Toprağın okyanusla birleştiği yerlerde özel bir sakinlik vardır.
Rüzgârın sesinin daha yüksek çıktığı, dalgaların kimseye hesap vermeden hareket ettiği, insanın derin bir nefes aldığı yerler…
Reykjavík’te benim için bu yer Grótta !!


Seltjarnarnes’in batı ucundaki küçük yarımadaya doğru yürürken şehirin yavaşça arkanızda eriğini hissedersiniz. Evlerin sesi kesilir, yollar çakıla dönüşür ve bir anda kendinizi yalnızca gelgitlerin, kuşların ve zamanın şekillendirdiği bir dünyada buluyorsunuz.
İlk gözünüze çarpan şey uçsuz bucaksız Atlantik’in önünde sakin bir nöbetçi gibi duran Grótta Deniz Feneri oluyor.


Burası sadece bir deniz feneri değil. Reykjavík’in tüm modernliğine rağmen hâlâ bir liman şehri olduğunun sessiz bir hatırlatıcısı.
Bugün gördüğünüz fener 1947 yılında yapılmış, 1897’deki eski fenerin yerini almış.
Nesiller boyunca balıkçıları, yük gemilerini ve uzun, karanlık kışlardan dönen yolcuları eve yönlendirmiş.
Fenerin karşısına dikilmiş dururken bu ışığın fırtınalı gecelerde ne kadar hayati olduğunu hayal etmek zor değil. Telefonlarda hava durumu yokken, navigasyondaki tek hatanın gemiyi kayalıklara sürükleyebileceği yıllarda…

Grótta’yı özel kılan şey aslında bir ada olması… ama sadece bazen. Gelgit çekildiğinde fenere kadar yürüyebiliyorsunuz. Sular yükseldiğinde ise deniz yolu sessizce geri alıyor ve ada tekrar yalnızlaşıyor.
Gelgiti umursamayan ziyaretçilerin zaman zaman adada mahsur kaldığı oluyor.


Grótta bir koruma alanı, yüzlerce deniz kuşuna ev sahipliği yapıyor. Yaz aylarında bölge üreme dönemine girdiği için kapatılıyor. yabanc
Deniz fenerleri her zaman hikâyeleriyle gelir. Bazısı gerçek bazısı efsane ama kayaların üzerinde dururken hepsi mümkün görünür.
Bir hikayede bir balıkçı fırtınada gökyüzüyle denizi ayırt edemediği bir gecede fener ışığının hayatını kurtardığını söyler. Bir başka hikâye ise eski bekçinin ailesiyle birlikte fener evinde yaşadığı günleri anlatır; kışın dalgalar o kadar yükselirmiş ki yürüyüş yolu tamamen yok olurmuş ve aile günlerce dış dünyadan kopuk kalırmış.


Bugünün hikâyeleri ise daha modern. Kuzey ışıklarını izlemek için battaniyelere sarılıp gelenler, termosla sıcak kahvesini getirenler, gökyüzünün o gece biraz daha cömert olmasını bekleyenler…
Ve unutulmaz günbatımları.. Eğer doğru zamanda gelirseniz tüm yarımada altın renge bürünür. Deniz feneri uzun bir gölge bırakır, kuşlar gece için yerlerine çekilir, Reykjavík arkanızda yumuşak bir siluete dönüşür.
Bir kez geldikten sonra insan ister istemez düşünür.
“Yarın yine geleyim… belki bir kez daha.”



