Paris’e gelmeyi planladığımda amacım sadece Eyfel Kulesi’ni görmek ya da Seine Nehri kıyısında dolaşmak değil, devrimin gölgesinde yürümek, Paris Komünü’nün yankılarını takip etmekti.
Paris Komünü modern Avrupa tarihinin en güçlü ve trajik ayaklanmalarından biriydi aslında ancak şaşırtıcı bir şekilde Fransa dışında pek çok kişi bu ayaklanmayı hiç duymamıştır. Peki tam olarak ne olmuştu ?


Paris Komünü 18 Mart 1871’den 28 Mayıs 1871’e kadar Paris’i yöneten radikal ve kısa ömürlü bir sosyalist hükümetti. Paris Komünü demokratik sosyalist bir toplum inşa etmek için yapılan ilk modern girişimlerden biriydi. Cinsiyet eşitliği, kamusal eğitim, eşit yurttaşlık ve işçi sınıfının emekten gelen gücünü belki de ilk kez farkettiği dönemdi.

Fransa’nın, Fransa-Prusya Savaşı’ndaki yenilgisinin ve Napolyon III’ün İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından Paris halkı, özellikle işçiler ve devrimciler, şehirlerini ele geçirdiler. Monarşi, imparatorluk veya otoriter yönetim olmadan kendi kendilerini yönetmek için Paris’i işgal ettiler.

Ne yazık ki bu rüya uzun sürmedi.
1871 yılının Mayıs ayı sonlarında, Fransız ulusal ordusu Komün üyelerine karşı acımasız bir saldırı başlattı. Komün’ün son haftası “La Semaine Sanglante” (Kanlı Hafta) olarak bilinen korkunç sokak çatışmalarına sahne oldu.
On binlerce kişi öldürüldü.
Daha fazlası hapsedildi, sürgüne gönderildi veya yargılanmadan idam edildi.
Komün tam anlamıyla yakıldı ve anısı resmi tarih tarafından onlarca yıl boyunca saklandı. Toplamda 20.000 den fazla kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor.


Komünü bu kadar önemli kılan sadece dramatik yükselişi ve düşüşü değil temsil ettiği fikirlerdi. Bugün hala çokça tartıştığımız eşitlik, laiklik, işçi hakları ve tabandan gelen demokrasi. Komün nesiller boyunca Marksistlerin, anarşistleri ve sosyalistleri ilham kaynağı oldu ve halkın gücünün sembolü olarak kolektif hafızada hala yaşıyor.
Carnavalet Müzesi – Devrimin İzleri


Günümüzde hala adı pek anılmayan ama bize ışık tutan bu hareketin izlerini sürmeye Carnavalet Müzesinden başladım.
Marais semtinde bulunan Musée Carnavalet Paris’in tarihine adanmış bir müze ve Paris Komünü de buna dahil. Komünle ilgili sergiler çok büyük ölçekli olmasa da oldukça etkileyici. Propaganda posterleri, el yazısı mektuplar, barikatların fotoğrafları ve devrimci pankartlar.

Bir odada hayal kurmaya cesaret eden bir halkın sessiz öfkesi sergileniyor. İsyanın sembolü olan meşhur kırmızı bayrağın önünde durup 1871’deki gergin atmosferi hayal ettim. Bu bölümde kalabalık bir ziyaretçi grubu bulamazsınız ancak devrimin hatırasını arayanlar için unutulmaz bir deneyim.


Ordu Müzesi (Musée de l’Armée) – Diğer Taraf
Bir sonraki durağım daha ağır bir yer. Les Invalides, Ordu Müzesi’nin bulunduğu yer. Burada Komün’ü ezen askeri kampanyalarla ilgili bir oda da bulunuyor. Bu tarihin genellikle galip gelenlere ait olduğunu acı bir şekilde hatırlattı bana. 1871 yılının Mayıs ayında Fransız Ordusu’nun Paris’i işgal edip on binlerce Komünar’ı idam ettiği “Kanlı Hafta” (Semaine Sanglante) dönemine ait eserler ürpertici bir tarafsızlıkla sergileniyor.


Bu rahatsız edici, gerekli ve son derece bilgilendirici bir deneyimdi. Burda paylaşmayacağım. Bu müze ile Carnavalet Müzesi arasındaki zıtlık Fransa’nın bölünmüş hafızası hakkında çok şey anlatıyor.


Mur des Fédérés – Hafızanın Kalbi
Ancak yolculuğumun en duygusal kısmı Père Lachaise Mezarlığı’nda, Mur des Fédérés’in bulunduğu gölgeli, sarmaşıklarla kaplı köşe oldu.

Bu duvar kutsal bir yer. Burada 1871 Mayıs ayında, Komün’ün son günlerinde 147 Komün üyesi sıraya dizilip kurşuna dizildi. Cesetleri binlerce diğer cesetle birlikte duvarın arkasındaki toplu mezarlara atıldı. İşçilerin kanının toprağı ıslattığı ve direnişlerinin ruhunun buradan hiç ayrılmadığı söylenir.
Bugün hala buraya çiçekler bırakılıyor. İnsanlar fısıldayarak ya da şarkı söyleyerek devrimci şarkılar söylüyor. Her yıl 28 Mayıs’ta, anma törenine katılanlar onların anısını onurlandırmak için buraya geliyor. Orada dururken fedakarlığın sessizliğini hissettim. Tereddüt etmeden inandığı yolda gidenlerin sessiz çığlığını. Sadece duymak isteyenlerin duyabildiği.
Sadece 72 gün sürmesine rağmen Komün insanların devrim hakkındaki düşüncelerini değiştirdi. Karl Marx için bu proletarya diktatörlüğünün prototipiydi. Teorinin hayat bulduğu yerdi. Anarşistler için toplumun hiyerarşiler olmadan kendini yönetebileceğinin kanıtıydı. Sanatçılar ve hayalperestler için ise özgürlüğün kıvılcımıydı.
Paris’e giderseniz kartpostalların ötesine geçin. Kırmızı bayrakları bulun. Duvarı ziyaret edin. Dinleyin.
Devrim izler bırakır, eğer onları takip etmeye istekliyseniz.
Kalın Sağlıcakla