Sessizliğin kutsal hissedildiği yerler vardır . Ağır ya da hüzünlü değil, ama derin bir canlılık hissi veren yerler. Père Lachaise Mezarlığı da bu yerlerden biri.

Yazın ilk günlerinin getirdiği sıcak bir Paris sabahında vardım mezarlığa. Işığın her şeyi yumuşattığı türden bir sabah. Şehir merkezinden kısa bir metro yolculuğu sonra kendimi dünyanın en ünlü mezarlıklarından birinin girişinde buldum. Ancak çoğu ziyaretçinin aksine, ben buraya belirli bir amaçla gelmiştim.


Père Lachaise’yi ziyaret etmemin asıl nedeni devrimci tarihin bir parçasıyla bağlantı kurmaktı. 1871 Paris Komünü. Mur des Fédérés (Komünistlerin Duvarı) hakkında okuduğum bir kaç yazı sonrası burayı kendim görmek istedim.
Komün’ün son 147 savaşçısının kurşuna dizilerek idam edildiği tüyler ürpertici yer. Mezarlığın en doğu ucunda sessiz ve mütevazı bir şekilde duruyordu.

Ama sonra olanlar beni gerçekten şaşırttı. Tarih Kitaplarının Ötesinde Bir Dünya Keşfettim.
Mezarlığı gezmeye başladığımda, Père Lachaise’nin tek bir hikayeden ibaret olmadığını hemen fark ettim.
Taşa oyulmuş anıların ve hayatların müzesi. Siyasi bir hac yolculuğu olarak başlayan bu gezi çok daha kişisel bir şeye dönüştü. Sanat, müzik, edebiyat ve kayıplar üzerine bir yolculuk.


Père Lachaise 1804 yılında Napolyon’un yönetimi altında kurulmuş. Başlangıçta çok uzak olduğu düşünülmüş ancak Molière ve La Fontaine’in mezarlarının buraya taşınmasıyla durum değişmiş. Elitler arasında gömülme trendi başlamış.
Bugün, 44 hektarlık bir alana yayılmış 70.000’den fazla mezar barındıran mezarlık yüzyıllar boyunca Fransız ve dünya tarihini yansıtan bir açık hava müzesi haline gelmiş.


Dolambaçlı arnavut kaldırımlı yollar ve yosunlu mezar taşları arasında birçok efsane isim derin bir uykuda. Mesela Oscar Wilde, Jim Morrison, Moliere, Frederic Chopin…
Ve sonra binlerce isimsiz, tanınmayan Parisli var. Her birinin kendi hikayesi, bu taş şehirde kendi yankısı var.


Père Lachaise kasvetli bir mezarlık değil. Burası yaşayan bir mekan. Mezarların üzerinde güneşlenen kediler, mezarları bakımını yapan aileler, el ele yürüyen aşıklar, heykelleri çizen turistler gördüm. Kuşlar başımın üzerinde şarkı söylüyordu. Ve tüm tarih ve ölümüne rağme, burası son derece huzurlu bir yerdi.
Buraya gelmek isterseniz mutlaka harita getirin veya telefonuna indirin. Mezarlık çok büyük. En az 2-3 saat ayırmanızda fayda var. Acele etmeyin. Burası sadece isimleri kontrol etmek için değil, yavaşça gözlemlemek için bir yer.


Seyahat genellikle manzaraları kovalamaktan ibarettir, ancak Père Lachaise gibi yerler farklı bir şey sunar. Durup düşünmek için bir an. Tarihin sadece müzelerde veya kitaplarda değil, ayaklarımızın altındaki topraklarda da olduğunu anlamak için bir fırsat.
Paris Komünü’nü aramaya geldim ve binlerce hikaye anlatan bir mezarlık buldum. Ve sadece Paris’e değil, onu şekillendiren insanlara da daha bağlı hissederek ayrıldım.
Kalın Sağlıcakla




