Berlin, tarihini sokaklarında taşıyan bir şehir. Her köşe, her duvar, her kaldırım taşı bir hikâye anlatıyor. Bazıları direnişin, bazıları ayrılığın ve birçoğu umudun hikayesi. Bugün Berlin’de yürürken yıllar önce bu şehrin tam anlamıyla ikiye bölündüğünü hayal etmek zor. İnsanlar 155 kilometrelik bir beton duvar tarafından ayrılmış ve sınırlara mahkum edilmişti.

Sadece Bir Şehri Değil Bir Dünyayı İkiye Bölen Duvar
Berlin Duvarı sadece fiziksel bir engel değil Soğuk Savaş’ın bir sembolüydü. Sosyalist rejim ile kapitalist rejim arasındaki keskin çizgiydi. Ağustos 1961’de bir gecede inşa edildi. Duvarın yapılma amacı Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya kaçışkarın önüne geçmekti. . Aileler aniden parçalandı, arkadaşlar kendilerini karşı tarafta buldu ve bir daha birbirlerine ulaşamadılar.

Bugün duvarın kalıntıları boyunca yürürken, o dönemde yaşamın nasıl olduğunu hayal etmeye çalıştım. Berlin Duvarı’nın en uzun kalıntılarından biri olan East Side Gallery, artık rengârenk duvar resimleriyle kaplı. Her biri farklı bir hikâye anlatıyor. Bazıları acıyı ve baskıyı, bazıları ise özgürlüğü ve birliği temsil ediyor. Bir zamanlar baskının simgesi olan bu yapı, şimdi sanatın ve umudun bir ifadesine dönüşmüş durumda.


Checkpoint Charlie
Berlin Duvarı bölünmüşlüğün bedeniyse Checkpoint Charlie onun atan kalbiydi. Burası Doğu ve Batı Berlin arasındaki en ünlü sınır geçiş noktasıydı. Bir tarafta Amerikan askerleri diğer tarafta Sovyet muhafızları bekliyordu. Burada yaşanan kaçış hikâyeleri bazen başarıyla sonuçlanıyor bazense kurşunlarla sona eriyordu.


Bugün o eski kontrol noktasının replikasına bakarken turistlerin fotoğraf çektirdiğini hatta Amerikan askeri kılığına giren aktörlerle poz verdiğini gördüm. Tuhaf bir duygu… Burası bir zamanlar dünya savaşına yol açabilecek gerilimlerin yaşandığı bir noktaydı. 1961’de burada ABD ve Sovyet tankları karşı karşıya geldiğinde yanlış bir hamle Soğuk Savaş’ı sıcak bir savaşa çevirebilirdi.

O dönemi daha iyi anlamak isteyenler için Başkalarının Hayatı (Das Leben der Anderen) filmi mükemmel bir seçim. Doğu Almanya’daki gözetleme ve korku dolu yaşamı etkileyici bir şekilde anlatıyor. Daha hafif ama anlamlı bir film isteyenler için Elveda Lenin! ideal. Duvar yıkıldıktan sonra Doğu Berlinlilerin yaşadığı değişimi hem komik hem de dramatik bir şekilde ele alıyor.

Duvarın Ardındaki Hayat
Berlin sokaklarında yürürken, Doğu Berlin’de yaşamanın nasıl bir şey olduğunu düşünmeden edemedim. Batı Berlin gelişen ekonomisi ve popüler kültür etkileriyle ilerlerken Doğu Berlin tamamen kontrol altındaydı. Gizli polis teşkilatı Stasi insanların hayatlarını her an izliyordu. Komşun, hatta kendi ailen bile seni ihbar edebilirdi.
Basit özgürlükler mesela istediğin mesleği seçmek, seyahat etmek, açıkça konuşmak burada lüks sayılıyordu. Kaçış hikâyeleri ise akıllara durgunluk veriyordu.. tünel kazanlar, araba bagajına saklananlar, sınırı geçmek için halatla kayanlar… Bazıları başardı, birçoğu başaramadı.


Yıkılış: Kutlama ve Kaos Dolu Bir Gece
9 Kasım 1989—modern tarihin en önemli gecelerinden biri. Bir Doğu Alman yetkilisinin yanlışlıkla “seyahat kısıtlamalarının derhal kaldırıldığını” açıklamasıyla binlerce insan duvara akın etti. Sınır muhafızları kalabalığı durduramayınca bariyerler açıldı. Kısa sürede insanlar duvarın üzerine çıkıp ellerindeki çekiçlerle parçalamaya başladı. Soğuk Savaş resmen sona ermişti.


Bugün Berlin Duvarı’nın büyük bir kısmı yok ama bazı bölümleri hâlâ şehrin farklı yerlerinde korunuyor. Bazı parçalar anıt olarak sergilenirken bazıları hediyelik eşya olarak satılıyor. Ancak duvarın gerçek mirası betonda değil bu dönemi yaşayan insanların anlattığı hikâyelerde ve bizlere bıraktıkları derslerde yatıyor.
Berlin’de yürürken tarihten kaçamazsınız. Tarih bu kentin bir parçası
Kalın Sağlıcakla