Bazı şehirler vardır ki onlarla gerçekten tanışmanın en iyi yolu yürümektir. Berlin de onlardan biri. Geniş caddeleri, tarih kokan binaları ve her köşesinde bir hikâye barındıran duvarlarıyla bu şehir yürüdükçe seni içine çeker. Berlin’de geçirdiğim günlerde her adımda geçmişin izlerini gördüm, tarihin derinliklerine daldım ve şehrin sokak sanatına hayran kaldım. Şimdi gelin birlikte Berlin sokaklarında yürüyelim.


Berlin tarih boyunca savaşlar, bölünmeler ve yeniden doğuşlarla dolu bir şehir olmuş. İkinci Dünya Savaşı’nın izleri hâlâ burada hissediliyor. Soğuk Savaş’ın ortasında ikiye bölünmüş bir şehir düşünün.. Batı Berlin ve Doğu Berlin. Aralarında geçiş neredeyse imkânsız. Bu bölünmüşlük Berlin Duvarı ile en somut hâlini almış ve bir sembol haline gelmiş. Bugün ise Berlin bu zorlu geçmişinden sıyrılmış ama onu asla unutmamış bir şehir.


İlk durağım şehrin en ikonik yerlerinden biri olan Brandenburg Kapısı (Brandenburger Tor) oldu. Burası Berlin’in en önemli sembollerinden biri ve tarihte farklı anlamlar kazanmış. Napolyon, 1806’da Berlin’i işgal ettiğinde Brandenburg Kapısı’ndan geçmiş, Hitler Almanya’sında Nazi yürüyüşlerinin merkezi olmuş burası. Soğuk Savaş sırasında ise kapının iki yakası farklı dünyalara açılmış. Ama bugün birleşmiş Almanya’nın simgesi olarak şehrin kalbinde duruyor.

Kapının hemen yanında Reichstag Binası var. Alman parlamentosunun bulunduğu bu bina 1933’te büyük bir yangınla harap olmuş ardından II. Dünya Savaşı’nda ağır hasar almış. 1990’larda yenilendikten sonra, bugün cam kubbesiyle modern ve tarihi mimarinin birleştiği muazzam bir yapı hâline gelmiş. Önceden ücretsiz reservasyon yaparak cam kubbeye çıkmanız mümkün. Maalesef parlemento binasında diğer bölümlere giriş yapmanıza izin verilmiyor.


Brandenburg Kapısı’na geri dönüp yürüyerek sadece birkaç dakika içinde Holokost Anıtı’na (Berlin Holocaust Memorial) ulaştım. Burası Nazi rejimi tarafından katledilen 6 milyon Yahudi’ye adanmış etkileyici bir anıt.


Anıt, 2711 adet beton bloktan oluşuyor. Yükseltileri değişen bu bloklar arasında yürüdüğünde adeta labirent gibi içinde kayboluyorsun. Sessizlik, gölgeler, karanlık ve düzensiz yapı. Hepsi bir araya geldiğinde burada yürümek rahatsız edici yani tam da olması gerektiği gibi. Tarihin en korkunç trajedilerinden birini hatırlatıyor.

Filistinde’ki çocuklar düştü aklıma.. Tarihten hiç ders almayışımız..
Berlin’de en merak ettiğim yerlerden biri de Hitler’in son günlerini geçirdiği Führerbunker’di. Ancak burası bugün halka açık bir müze değil. Savaşın ardından Sovyetler tarafından yok edilmiş, üzerine apartmanlar ve park yapılmış. Bugün burada sadece küçük bir tabela var. İçinde neler yaşandığını anlatan bir bilgi panosu.

Hitler ve Nazi rejiminin son günleri burada geçmiş. Sovyetler Berlin’e yaklaşırken Hitle bu yeraltı sığınağında saklanmış ve sonunda burada intihar etmişti. Rejimin çöküşüyle birlikte Berlin de yeni bir döneme girdi. Şehrin birçok noktasında Nazi Almanya’sının izlerini bulmak mümkün ama Almanya bu tarihi sahiplenmek yerine unutmamayı tercih etmiş.


Berlin’de yürüyüş yaparken en etkileyici duraklardan biri Berlin Duvarı (Berliner Mauer) oldu. 1961’de Doğu Almanya tarafından inşa edilen bu duvar insanların Batı Berlin’e kaçmasını engellemek için yapılmıştı. 1989’da yıkılana kadar aileleri ayırdı, hayatları değiştirdi ve Soğuk Savaş’ın en büyük sembollerinden biri hâline geldi.


Bugün duvarın bazı kısımları hâlâ ayakta. Özellikle East Side Gallery, grafitilerle kaplı dev bir açık hava müzesi gibi. Burada dünyanın dört bir yanından sanatçılar duvarın üzerine özgürlük ve barış temalı çizimler yapmış. Belki de en ünlüsü Sovyet lider Brejnev ve Doğu Almanya lideri Honecker’ın öpüştüğü resim.

Berlin, sadece tarihiyle değil kültürüyle de oldukça ilginç bir şehir. Almanya’nın göçmen nüfusunun büyük bir kısmı burada yaşıyor. Özellikle Türk göçmenler Berlin’in sokaklarında kendilerini hissettiriyor.
Berlin’de yürürken en dikkatimi çeken şeylerden biri de yemek kültürü oldu. Burası klasik Alman mutfağıyla sınırlı değil hatta Berlin’de en çok yenen yemek kebap! Türk göçmenler 1970’lerde Berlin’e döneri getirmişler ve bugün her köşede bir dönerci görmek mümkün. Bunun yanında Currywurst, yani köri soslu sosis Berlin’in en popüler sokak yiyeceklerinden biri. Menüde Vegan seçenekler bulmak mümkün.


Ve tabii ki grafiti kültürü! Berlin’in her duvarı bir sanat eseri gibi. Bu şehir sokak sanatçıları için bir tuval olmuş. Duvarlar özgürlüğü, protestoyu, bazen de sadece eğlenceyi yansıtıyor.

Berlin, yürüyerek keşfedilecek bir şehir. Her köşede bir hikâye var, her adımda geçmişle bugün iç içe geçiyor. Brandenburg Kapısı’nın önünden geçerken Napolyon’un ordularını, Reichstag’ın önünde Hitler’in yükselişini, Berlin Duvarı’nın kalıntıları önünde ise bölünmüş bir şehrin acısını hissetmek mümkün.

Ama Berlin sadece bir geçmiş şehri değil. Bugün hareketli, enerjik, sanat dolu bir şehir. Göçmenlerin, sanatçıların, tarih severlerin bir araya geldiği bir kültür mozaiği.
Berlin sokaklarında yürürken şehrin bana anlattığı hikâyeleri dinledim. Ve sizinle paylaşmak istedim. Eğer bir gün Berlin’e yolunuz düşerse mutlaka yürüyün. Çünkü bu şehir en güzel sokaklarında keşfedilir.
Kalın Sağlıcakla